Message
Nebi
Hz.Davud’un oğlu
Filistin toprakları, M.Ö. 970-931
Hz.Davud aleyhisselam’ın oğludur. Babasının vefatından sonra hem onun hükümdarlık tahtına hem de nübüvetine varis olmuştur. İsrailoğulları’nın en kudretli döneminde hükümdarlık yapmış, 13 yaşında iken tahta çıkarak kısa süre içinde babasının bıraktığı devletin sınırlarını genişletmiş, bir cihan imparatorluğu kurup 40 yıl kadar saltanat sürdükten sonra 53 yaşında vefat etmiştir.
Hz.Süleyman beyaz tenli, cüsseli, güler yüzlü, huşu ve tevazu sahibi bir insan, zeki ve ileri görüşlü bir şahsiyetti. Emrine hayvanlar, rüzgarlar ve cinler verilmiş olmasına rağmen hiçbir zaman gurura kapılmayan; bütün bu nimetlerin kendisine Allah’ın bir lütfu ve ihsanı olduğu şuurunda bulunan yüksek bir şahsiyetti.
Emrine verilen rüzgarlar ile iki aylık bir zamanda alınabilecek uzun yolları bir gün içinde katedebiliyor, yine emrine verilen cinleri istediği gibi çalıştırıyor, istediği her şeyi onlara yaptırabiliyordu. Nitekim dönemi içinde sayısız kaleler, anıtlar, yüksek ve gözalıcı binalar, büyük havuzları andıran devasa çanaklar, yerinden kımıldatılamıyan sabit ve büyük kazanlar, kısacası her ne isterse yaptırmıştı.
Öylesine büyük bir saltanatın sahibi olmuştu ki tahtına oturduğu zaman kuşlar başı üzerinde uçarak onu güneşin sıcağından korur; hiçbir hayvan onun emir ve fermanına aykırı iş yapamazdı. Birbirinden değerli sayısız atı, çeşitli binek hayvanları ve muazzam bir zenginliği vardı.
Günlerden bir gün Hz.Süleyman aleyhisselam hayvanlar, cinler ve insanlardan oluşmuş muazzam ordusuyla bir yerden başka bir yere gidiyordu.
Büyük ihtişam, disiplin ve gösterişli alaylar halinde ilerleyen ordu karıncalar vadisine yaklaştığında bir karınca avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı:
“Ey karınca topluluğu! Kendi yuvalarınıza girin. Süleyman ve orduları farkında olmadan sizi ezip geçmesin.” dedi.
Hz.Süleyman karıncanın bu sözü üzerine tebessüm edip güldü. Bir tek komutla ordusunu durdurduktan sonra düşündü. Hiç ama hiçbir kimse, belki hiçbir kuş, hiçbir böcek duymamıştı ama o duymuştu karıncanın ne dediğini. Sonra diğer karıncaların telaşla dağılıp yuvalarına çekildiklerini ve ordusuna yol açtıklarını da görmüştü.
Hz.Süleyman sonrasında ordusunda bulunan kuşları teftiş etmeye koyuldu. Hüdhüd’ün yerinde olmadığını görünce nerede olduğunu sordu ve eğer haklı bir mazereti olmadığı halde ordudan ayrılmışsa ona gereken dersi ve cezayı vereceğini söyledi.
Tam bu sırada Hüdhüd büyük bir telaş ve heyecan içinde geldi ve başından geçenleri anlatmaya başladı:
“Sebe’nin hükümdarı Belkıs adında genç bir kadındır. Son derece zengin bir ülkesi, güçlü orduları var. Ayrıca gerçekten görülmeye değer, üzeri kıymetli madenlerle süslü muazzam bir tahtı var. Onu herkesten koruyor. Daha da önemlisi gerek o, gerekse milleti Allah’ı bırakmış da güneşe secde ediyorlar. Şeytan, yaptıklarını süsleyerek onları doğru yoldan saptırmış.”
Hz.Süleyman:
“Bakalım doğru mu söylüyorsun, yoksa canından korktuğun için böyle bir yalan mı uydurdun? Şimdi sana bir mektup vereceğim. Bunu Belkıs’a götüreceksin. Sonra da bir kenara gizlenip ne yaptıklarını seyredeceksin.”
Hüdhüd Belkıs’ın sarayına vardığında bir akşam vaktiydi. Açık bir pencereden kraliçenin odasına girdi. Hz.Süleyman’ın mektubunu yatağında uyumakta olan kadının üzerine bıraktı.
Belkıs uyanıp da mektubu görünce çok şaşırdı. Mektupta Güneşe tapmayı bırakıp Müslüman olmazlarsa Hz.Süleyman’ın üzerlerine büyük bir orduyla geleceğini yazıyordu.
Belkıs hemen devletin ileri gelenlerini topladı. Onlara durumu izah edip, ne düşündüklerini sordu. Onlar da kararı kendisine bıraktıklarını söylediler. Kraliçe Hz.Süleyman’a değerli hediyeler gönderip hem de onun gücünün ne olduğunu öğrenmeye karar verdi. Bu arada Hüdhüd de olanları haber vermek için elçi kafilesinden önce Hz.Süleyman’a gelmişti.
Sebe’nin elçilerini, muazzam tahtında ve başını kuşlar gölgeler vaziyette karşılayan Hz.Süleyman onların hediyelerini görünce:
“Bana bu armağanlarla yardım etmek mi istiyorsunuz? Görüyorsunuz ki yüce Allah’ın bana verdiği saltanat çok daha iyidir. Müslüman olmadığınız takdirde hiçbir şekilde beni memnun edemezsiniz. Hemen memleketinize dönün, eğer dediklerimi kabul etmezseniz muhakkak surette sizi cezalandırırım.”
Belkıs geri gelen elçilerin anlattıklarını dinledikten sonra Hz.Süleyman’a bizzat kendisi gitmeye karar verdi. Ancak kendisini en çok düşündüren şey paha biçilemez tahtı idi. Onun iyice korunmasını ve dönünceye kadar emniyetle saklanmasını istiyordu. Tahtı çok sağlam bir odaya koyup kapılarını kilitlediler. Önüne de nöbetçiler dikildi.
Melikenin kendisini görmek için geleceğini öğrenen Hz.Süleyman ise yanında bulunanlara:
“Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?” diye sordu.
Cinlerden bir ifrit:
“Sen henüz yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işi yapmayı becerebilirim.” dedi.
Allah’a daha yakın olan bir bilgin ise:
“Ey Süleyman! Ben o tahtı gözünü açıp kapama anı kadar kısa bir sürede getireyim istersen.” dedi. Ve gerçekten melikenin muazzam tahtı bir anda Hz.Süleyman’ın önüne geliverdi. Çevresinde bulunan bu büyük insanlar sebebiyle Hz.Süleyman Allah’a yeniden şükretti.
Hz.Süleyman bundan sonra Belkıs’ı denemek için tahtın bazı yerlerinde ufak değişiklikler yaptırdı. Gayesi ona gücünü göstererek Müslüman olmasını sağlamaktı.
Melike Belkıs, yanında devletin ileri gelenleri olduğu halde Hz.Süleyman’ın huzuruna girdi. Az ileride bir su içinde duran tahtı görünce şaşırdı.
Büyük Peygamber:
“Sizin tahtınız da böyle miydi?” diye sordu.
Belkıs:
“Tıpkı o!” dedi.
“Öyleyse biraz daha yakından bakın.” dedi Hz.Süleyman. Belkıs billur bir zemine konulmuş tahta yaklaşmak için eteklerini toplayınca Hz.Süleyman güldü:
“Korkmayın.” dedi, “Orada su yok. Sadece billurdan yapılmış şeffaf bir zemin var...”
Belkıs, artık daha fazla bir mucize beklemedi:
“Ya Rabbi! Ben gerçekten şimdiye kadar kendime yazık etmişim. Şu andan itibaren Süleyman’ın emrine giriyor ve alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oluyorum.” dedi.
Yemen hükümdarlarının en büyüklerinden biri olan Kraliçe Belkıs’ın İslam’ı seçip Müslüman olması onun topraklarının da Hz.Süleyman’ın emir ve kontrolüne geçmesini sağladı. Böylece Hz.Süleyman hemen hemen bütün dünyada puta tapıcılığı ve inkarı ortadana kaldırmış oluyordu.
Filistin toprakları üzerindeki mukaddes Kudüs şehri, onun zamanında en büyük mimari eserlere kavuştu. Babasının vasiyetini yerine getirmek için, daha çok cinleri çalıştırmak suretiyle Mescid-i Aksa’yı yaptırdı. Kıyamete kadar ziyareti helal üç mescidden biri ve sevgili Peygamberimizin Miraç sırasında ilk durağı olan Mescid-i Aksa, Hz.Süleyman’ın yadigarıdır.
Hz.Süleyman sayesinde yükselişlerinin doruğuna tırmanmış olan İsrailoğulları, onun vefatından kısa bir süre sonra tekrar maddeci bir zihniyetin esiri olarak kısır çekişme ve kavgalara giriştiler. Bir süre sonra, kurulan o muazzam devlet ikiye parçalandı. Filistin’in kuzeyi ve Ürdün’ün önemli bir bölümünde İsrail Devleti, güney Filistin’de ise Yahudiyye Devleti ortaya çıktı. İsrail’in başkenti Sameriyye, Yahudiyye’nin başkenti Kudüs idi.
İsrail ve Yahudiyye devletleri bu sıralarda kendilerine gönderilen diğer peygamberleri de büyük eziyet ve işkence ile reddettiler. Hz.İlyas, Elyasa ve daha sonra gelen peygamberler onların ıslahı için ne kadar gayret gösterdilerse de fayda etmedi ve yüce Allah, Asurlular eliyle bu hain kavmin altını üstüne çevirdi. Devletleri yıkılıp, şehirleri talan edildi. Kendileri esir edilerek dünyanın çeşitli yerlerine dağıtıldılar.
Uzun asırlar boyunca yeniden bir devlet kurmak için gizli faaliyetlerini sürdürdüler ama ancak 1948 yılında İsrail adında kukla bir devlet kurmayı başarabildiler. Mülkleri üzerine çöreklendikleri Filistinlileri katletmeye, Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmeye başladılar.